Surly Surly

Röportajlar / Pervaneyim



                                    

    KÜLTÜR SANAT
  PERVANEYİM...
   Yazı: Tunçel Gülsoy ‘75
VİZÖRÜN İÇİNDEN SEMAZENLERLE DÖNEN BİR SANATÇI
Yelda Baler ’90  dergimizin fotoğraf editörü, BÜMED’de yıllardır fotoğraf kursu veriyor. Fotoğraf editörlüğü ve yayın yönetmenliği yapıyor. Fotoğrafçılığın yanında o aynı zamanda bir gezgin... Dünyanın dört bir köşesinde hem kendisini hem de isteyenleri gezdiriyor. Her şeyden ayrı özel bir yerde tuttuğu ve son 10 yıldır üzerinde çalıştığı “Pervaneyim” projesi ile bir fotoğraf sanatçısı için en meşakkatli yollardan birine baş koydu. Sema törenlerindeki büyü ile başlayan bu tutkusu, 10 yıllık binlerce sayfa okumaya, binlerce fotoğrafa ve içinde yaşattığı düşüncelere dönüştü. Bu 10 yıllık çalışmanın ürünü olacak Pervaneyim kitabının hazırlıkları devam ediyor. Kitap öncesinde fotoğrafların izleyici ile buluşması ise sergilerle mümkün oldu.
 
Tunçel Gülsoy sevgili dostu, kalem arkadaşı, dergi yoldaşı Yelda Baler ile Pervaneyim adlı fotoğraf projesi ardından  bir sohbet etti. Bakın neler konuştular:
“Pervameyim”in öyküsü nedir?
“Pervaneyim”, yaklaşık 10 senelik bir çalışmamın ürünü. ArkeoPera’da açılan ilk sergiyi Türkiye’nin farklı yerlerinde sergiler izleyecek. Kitap hazırlıkları da devam ediyor. Semazen fotoğrafları çekmeye başladığımda, böyle büyüyeceğini de hiç tahmin etmiyordum ve benim için bilinçli bir seçim değildi. Baktım hem çektiklerimden hem okuduklarımdan çok etkileniyorum, çalışmayı sürdürdüm. Zor işler güzele döndükçe ben de işin içine yavaş yavaş çekilmeye başladım.
En başta, Semazenlerde seni çeken şey neydi?
Elbette ki “Semazenleri fotoğraflayayım, çok estetik bir görüntü veriyorlar” diye düşünmüyordum. Mevlâna ve Tasavvufla ilgileniyor ve okuyordum. Semâ törenleri izlemeye başladım. Fotoğraf çekmeye başlamadan onlarca kez semazenlerin dönüşlerini izledim, o mistik havayı kokladım, kapıldım gittim. Fotoğraflarını çekmeye başladığımda aslında vizörün içinden ben de onlarla dönüyordum.
Felsefi olarak oradaki duygu nedir ve sana ne ifade etti?
Mevlâna’nın kendi felsefesinde zaten özellikle insan sevgisi, can sevgisi ya da her şeye olan sevgi var. Belki de benim yapımla, kişiliğimle çok bağdaştığı için olabilir, kendimden çok şey buldum. Ben de insanları çok seviyorum, canlı olan her şeyi çok seviyorum. Bırak onu, eşyaları bile seviyorum. Dolayısıyla o sevgiden kaynaklanan bir şey var içimde, belki de oydu beni cezbeden.
Semazenler sana neyi ifade ediyorlar? Allah’a yönelik sevgiyi mi?
Elbette, sema töreninde öz varlıklarından, bedenlerinden kurtulup kendi ruhlarını Allah’a gönderme çabası var. Sonuçta Allah’ın birliğine ulaşıyorlar. Ruhlarının Allah’a ulaştığını düşünüyorlar. Bu aslında sadece semâda ya da Mevlevilik’te yok. İslamiyet’de Fenafillah, Budizm’de Nirvana mertebesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani o mertebeye ulaşmak, benlik olarak Allah’a ulaşmak demek. Semâ, Allah’ın birliğine inandığını söyleyerek başlıyor, ruh bedenden koparak Allah’a ulaşmaya çalışıyor ve daha sonra geri dönüyor. Ben fotoğraflarımda bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu görüntü içerisinde estetik benim için çok önemli, başta bu güzelliğe de kapıldım tabi. O etkilenmelerden doğru anlarda doğru duygularla hayal gibi fotoğraflar çektim. Yani sadece Mevlâna, tasavvuf değil, fotoğrafçı yönüm de ağır bastı ve ikisi birbirini tamamladı. Hangi hareketin ne zaman geleceğini biliyorum. Dönerken ayak hareketlerinin anlamını biliyorum dolayısıyla doğru anı yakalayabiliyorum. Fotoğrafla semânın anlamını da daha iyi anladığıma inanıyorum. O fotoğraflarda bunu anladığımı kendime ispatlıyorum.
On yıldır Mevlâna Felsefesi ile ilgileniyor ve onları fotoğraflıyorsun, on yılda ne öğrendin? O günkü noktanla bugünkü noktan arasında ne fark var?
Çok büyük fark var. Hem yaptığım çalışmalar hem de okuduklarım beni etkiledi. Zaman içinde çok daha olgun bir kişi olduğuma inanıyorum. Mevlâna öğretisi beni daha çok sevgiye ve anlamaya yöneltti. Gizli kalmış anlamları bulmaya çalışıyorum. Bu da hayatımı etkiledi. Hem çevreme hem de kendime karşı daha fazla hoş görülü olmayı öğrendim. Her gün üst üste eklediğim bir olgu aslında.
Kendine karşı hoşgörülü olmayı gerçekten öğrendin mi?
Ben her zaman kendime karşı hoşgörülüydüm ve kendimle barışıktım. Hiçbir zaman kendimle kavga etmem. Kendime kızdığım bir sürü yönüm vardır. Ama bunu hiçbir zaman kavgaya dönüştürmem. Kızarsam kızıyorum, seversem seviyorum. Kendimi böyle kabul ettim. Her şeyi birden kabullenme yetisi de verdi bu öğrendiklerim bana. Yani insanları, olayları kalıba sokmamayı öğretti. Din kavramında zaten çok farklı düşünüyorum. Benim için bir sürü din var. Ve her dinin belirli özelliklerini üzerimde taşıyabilir ve bazı gereklerini yerine getirebilirim. Dolayısıyla her şeyi bir arada yaşayabilme hoşgörüsü de getiriyor. Pek çok şeyi kabul etmeyi, susmayı, sakin olmayı ve aşkın “sahip olmamak” olduğunu öğrendim.
Aşık olmak istiyor musun?
Kim istemez? “Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer” demiş Yûnus Emre, boşa mı demiş.
Mevlâna öğretisi erkeklere âşık olmayın demiyor herhalde?
Tabi demiyor.
Sen oraya ulaşma yolunda şu anda hangi noktadasın?
Allah’a ulaşma yolunda mı? Kendimce ulaşıyorum. Aram gayet iyidir. Bunda hiçbir zorluk yok.
O zaman normal aşktan da geçmiş olman lazım. Şu sırada aşık mısın birisine?
Evet.
O şanslı adamı merak ediyorum ama röportajdan sonra bu konuya döneceğim. Bir sergi açtın. Ondan bahseder misin? Sergi nerede açıldı?
Sergiyi Galatasaray’daki İstanbul ArkeoPera’da açtık, burası Arkeoloji Sanat Yayınları’na ait. Mekân, adını çok duyuran ve kendine özgü bir yer. Kısa sürmesine rağmen serginin bir etkisi olduğuna inanıyorum. Televizyonda haberi yayınlandıktan sonra da çok ilgi oldu.
O sergiyi görünce insanlar sana ne dedi?
Serginin konusunu duyanların çoğunda bir ön yargı vardı aslında. Semazen fotoğrafları deyince farklı bir şey bulacaklarını düşünmemişler. Ama gelip gördükleri zaman çok farklı bir etkiyle karşılaştıklarını söylediler. Benim fotoğraflarım çok gerçekçi değiller, bazıları gözümüzün görmediği anın fotoğrafları. O fotoğraflardaki renk geçişlerini,  kol, ayak, baş hareketlerini gerçekte çıplak gözle göremiyoruz biz. O kadar kısa zamanda gerçekleşiyor. Bu fotoğraflar olayın içindeki gizli mesajı da aktarıyor bana göre.
Nedir o mesaj?
“Siz benim gönlümdeki şeyi göremezsiniz”, zordur. Dışa vuran yüzümdeki gülümsemedir belki. Bir insan için en fazla “Ne hoş gülüyor, içinin güzelliği yüzüne vurdu” dersiniz. Ama aşk görmektir ve gerçekten birinin gönül kapısından geçmeyi başarırsanız içinde çok büyük bir zenginlik taşıdığını öğrenirsiniz. Her şeyin gerçek anlamını özünde aramamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.
Gönlünde gizli olan şeyi fotoğraflarda ifade edebiliyorsun. Söz olarak ifade etmen gerekse senin gönlünde bizim göremediğimiz ne var?
Bunu cevaplamayayım. O benimle ilişkiye geçen insanlara kalsın.
İnsanların kendilerinin keşfetmesi daha doğru.
Biraz öyle bir şey. Yani ben olan her şeyimi sunmaya çalışıyorum. İnsanlar bunu görüyor ya da görmüyor, alıyor ya da almıyor bu onların meselesi. Ben elimden geleni yapıyorum. Verebildiğimi veriyorum.
Sergi daha büyük bir şeyin parçası mı?
Evet, bu aslında bir kitap projesinin ilk aşaması. Şimdilerde kitabını da hazırlıyorum. Yazı ve fotoğraflarıyla bir kitap çıkacak. Yazılar da bana ait. O yüzden çok okuyorum, uzun süreli bir çalışmanın sonucunda kendiliğinden gelişen bir şey bu. Zorlama değil aslında. Aşk’a dair bir çalışma.
Niye “Pervaneyim” ve pervane nereye uçuyor?
Doğu kültüründe dervişler kendilerine pervaneyim derler. Örneğin İran’da birisine ne iş yapıyorsun diye sorduk, “Pervaneyem” dedi. Derviş aslında. Ben de bir pervaneyim. Tabi ki mecazi anlamda kullanıyorum bunu. Ben aslında her yerdeyim. Ya da her yerde olmak istiyorum. Olmak istediğim şeyi anlatan bir ifade pervane olmak. Dünyanın her yerine gitmek istiyorum. Her şeyinin içinde olmak, her şeye dokunmak istiyorum, her şeyi yapmak istiyorum.
Ben daha farklı algılıyorum Pervaneyim’i. Pervane ışığın etrafında olur diye düşünüyorum. Bir etrafta dolanma vardır, uzaklaşma yoktur.
Ben de uzaklaşmak için yapmıyorum bütün bunları . Ben de sonuçta dünya üstündeyim. Bir yere gitmiyorum. Aşk pervane olmaktır. İnsan neye aşıksa onun etrafında döner durur. Ben yaşadığım hayata da aşığım. Çok rahatlıkla on dakika içinde karar verip yolculuklara çıkabilirim ya da üç gün içinde çantamı hazırlayıp iki aylık bir yolculuğa “haydi” diyebilirim. Bu benim için bir aşk. Ben de bu aşkın etrafında pervaneyim. Yaşamak ya da yapmak istediğim şeylerin etrafında pervaneyim. Bu beni doğrulayan bir ifade diye düşünüyorum.
Mevlâna’nın günümüzde yansıması ne oluyor?
Bence şu anda koçluk eğitimi denen olay bu öğretinin günümüze yansıması. İşin özüne girdiğiniz zaman eğer biraz Mesnevi’yle ilginiz varsa, okudunuzsa, oradaki öğretiyi anlıyorsanız, koçluk eğitiminde de verilen şeyin buraya dayandığını hissediyor ve görüyorsunuz. Her ikisinde de olay önce kendini sevmekten ve insanı sevmekten geçiyor. Bu sefer de ben sana sorayım, siz koçlukta neler yapıyorsunuz?
Koç olarak, insanın bir bütün, yaratıcı ve her sorunun cevabına sahip olduğuna inanarak işe başlıyoruz. Daha sonra da insanlara kendi değerlerini keşfetmesine, kendi değerlerini yaşamasına, kendisi için bir gelecek hayal etmesine ve en önemlisi o yönde ilerlemesine yardımcı oluyoruz.
Tamam. Bak, önce kendini sevmekten başlıyor olay. Kendini sevmeyen bir insan kendiyle ilgili bir hayal kuramaz. Mevlâna Felsefesinde de öyle. Önce kendini seveceksin, insanları seveceksin ki Allah’ı sevesin. Ve o koçluk eğitiminde verilen doğru insan olmakla ilgili bütün öğretiler aslında ta oraya kadar dayanıyor.
Bundan on yıl sonra ne hayal ediyorsun kendin için?
Bir kere bu özgür ve hoşgörülü hayatı devam ettirmek istiyorum. İnsan olarak kendimden memnunum. Ama biraz daha törpülenebilirim. Başka bir sürü hayalim var. Onlar daha maddi şeyler.
Daha iyi fotoğraf makinesi?
Hayır, daha iyi gezmek, insanlara ve kültürlere daha çok, daha iyi dokunmak, her şeyi biraz daha özümsemek, içlerine biraz daha girmek…
Ve insanlara ne vermek istiyorsun bütün bunlardan sonra?
Onlara dokunuyorum. Onların da bana dokunmasına izin veriyorum aslında. Bu fiziksel anlamda değil, ruhani olarak böyle. İnsanlara yardım etmek, onlar için bir şeyler yapmak bunlar çok planlı hareketler. Ben bu kadar planlı olmayı sevmiyorum. Bu alışveriş kendiliğinden doğaçlama gelişirse ne âlâ.
Boğaziçi dergisinde benim bildiğim sekiz yıldan beri birlikte çalışıyoruz. Burada, dergide ne buluyorsun?
Dergide emeğimiz olan bir şeyin karşılığını alıyor ya da onu önümüzde görüyor olmak bana çok mutluluk veriyor. Ve en önemlisi insan ilişkileri tabi. Hiç tanımadığım insanlarla bir araya gelebiliyorum.
Yepyeni genç insanlarla …
Kesinlikle doğru. Aklıma gelmeyen insanlarla bir araya gelebiliyorum.
Son bir sözün var mı?
Son söz olarak Mevlâna’nın çok sevdiğim bir sözü var: “Aşkı tanımayan kanatsız kuşa benzer, vah ona”.
Epey kanat takmış gibi gözüküyorsun.
Ne güzel. O kanatlarım hiç eksik olmasın. Kimsenin kanadı eksik olmasın.
Son bir şey daha eklemek istiyorum. Yolum dergaha da düştü tabi. Merak edip gitmemek olmaz. Özellikle İstanbul’da ya da bu  işin merkezi bilinen yerlerde dergahların bazıları beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattı. Şaka gibi ama hoşgörüsüzlük içinde yaşıyorlar. Örneğin bir dergahta, dergahın Dedesi, bırakın başka dini başka mezhepte olanlara karşı hoşgörüsüzdü. Kendi aralarında da sürtüşmeleri var dergahların; biri birinin yaptığını kabul etmiyor, öbürü diğerini dışlıyor. Bu benim için çok çarpıcı bir gerçekti. Hani hoşgörü? Hani Mevlâna’nın felsefesi?
 
“Hani hoşgörü” diye sormayın, önce siz hoşgörülü olun, son söze gelince:
Pervaneyim pervane
Fotograf bahane
Gönül güzellik ister
Röportajlar bahane
 


 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.