Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Dünyadan / Sihlerin Altın Kenti Amritsar



                            

Sihlerin altın kenti

AMRİTSAR

 
Yazı ve fotoğraflar : Yelda Baler
 
Mrs. Bandari’nin bahçesinde salıncağa bineceğimizin hayaliyle yol alıp duruyorduk günlerce. Pakistan’ın çöllerini Sarı Otobüsle geçerken, Quetta’nın egzoz dumanlı yollarını yürürken düşlerimi sallanan iki salıncağın rüzgârıyla serinletiyordum. Çok değil bir kaç saat içinde Pakistan sınırını aşıp Amritsar’a geçecek ve bir başka dünyanın içine girecektik.
 
Karayoluyla seyahat etmenin en güzel yanıdır bu “içine girmek”. Uçakla yaptığınız yolculuklarda her şeyin ortasına pat diye düşüverirsiniz; nerede olduğunuzu, ne yaşadığınızı hissetmeniz günler alır. Şansınız var da uzun süreli kalanlardansanız nasıl yaşadığınız da önem kazanmaya başlar. Oysa karayoluyla yaptığınız yolculukta yavaş yavaş yerlerin, kültürlerin içine girer, insanların arasına kaynaşırsınız. Değişimleri hisseder, üstünüze hepsinden birer parça eklersiniz. İstanbul’dan Sarı Otobüsle yola çıktıktan sonra önce İran’da kalyan (nargile) tüttürmüş, şiirler okumuş, Pakistan’da dükkânlarda yerlerde oturarak alışveriş yapmış, tabaklardan çay içmiş, evlere misafir olmuştuk. Lahor’u arkamızda bırakıp sınıra doğru ilerlerken doğanın, yerleşimlerin, insanların neredeyse her kilometrede değişeceğini hayal bile edememişim.
 
Pencap eyaletindeydik ve Lahor Pakistan Pencap’ının başkenti, Amritsar da Hindistan Pencap’ının başkentiydi. Herkes kardeşti ama Pakistan’ın kuruluşu sırasında çok büyük acılar yaşamışlardı. 14 Ağustos 1947’de sınırlar çizilmiş milyonlarca Hindu ve Sih Hindistan’a, Müslümanlar da Pakistan tarafına göçmüşler. İngiliz sömürgesi altındaki bölgede katliamlar, çatışmalar olmuş ve yüz binler ölmüştü. Müslümanların kurduğu “temiz ülke” Pakistana karşılık, bu dönemde Sihler de “Saflık Memleketi” Kalistan adlı yeni bir devlet daha kurmaya niyetlenince çatışmaların önü ardı kesilmemiş. Daha sonra eyalet merkezi Chandigarh’a taşınmış. Sih hareketi 1984’te iyiden iyiye hız kazanmış ve Altın Tapınak, Pencap’tan Sih olmayanların kovulmasını ve Bağımsız Kalistan Devleti’nin kurulmasını isteyen silahlı militanlar tarafından işgal edilmiş. Başbakan İndria Gandhi döneminde askeri operasyonla Altın Tapınağa girilmiş militanlar çıkarılmış. Bütün bu olayların yanında 1985’te İndra Gandhi’nin  Sih korumaları tarafından suikast sonucu öldürülmesi Pencap’ın en ağır yaralarından biridir.
 
Sınırı bir kaç saatte geçtikten sonra Mrs. Bandari’nin evinin bahçesinde otobüsten fırladığım gibi salıncaktaydım. Geniş caddelerin kenarlarında bahçeler içinde iki katlı evlerin bulunduğu zengin muhitin mütevazi bir yerindeydik. Bahçeyi saran yasemin kokusu akşamla birlikte çıkagelmişti.
 
Aklımızda gece gideceğimiz Altın Tapınak ve izleyeceğimiz törenler, yerleşme ve yemek işini hallettikten sonra dışarı çıktık. Bütün yollar bisiklet rikşalarla doluydu. Zayıf çelimsiz adamların rikşanın arkasına bindirdiği iki kişiyi nasıl çektiğini, hele hele pedalları çevirmek için arada ayağa kalktığında gücü nereden aldığını kestirmek gerçekten güç.
 
 
Altın Tapınak
 
Sihlerin kenti Amritsar 1577 yılında 4. Sih Gurusu Ram Das tarafından kurulmuş. Altın Tapınağın içindeki göl nedeniyle “nektar havuzu” yani Amritsar adıyla anılmaktadır. Moğol hükümdarı Ekber tarafından yaptırılan tapınak 1764-1802 yılları arasında restore edilmiş ve 100 kilo altın varakla kaplanmış ve böylece Altın Tapınak olmuştur.
 
Bindiğimiz rikşalar bizi Altın Tapınağın önüne getirmişti. Her yer her şey öylesine etkileyiciydi ki soluksuz kalmıştım. Dışarının tüm hengame ve karmaşasını kapının dışında bırakıp içeri süzülüvermiştik. Kalabalık her yerdeydi ama garip bir sukûnet de kol geziyordu. Karanlığın içinde rengarenk sarileriyle şişman Amritsarlı kadınlar, rengarenk sarıklarıyla şişman Amritsarlı erkekler, kimi ayakta kimi ortalıkta yerde kimi duvar dibinde, tüm gözler havuzun ortasına uzanan ve kubbesi karanlığın içinde güneş gibi parlayan Hari Mandir denilen tapınakta, fısıldaşmalar, tiz çok tiz dua sesleri, ışık oyunları, suya düşen yansımalar çarpıcıydı.
 
Sihlerin dini
 
Sih dini 1469’da doğan Guru Nanak tarafından kast sistemine ve Brahmin egemenliğine karşı tepki olarak oluşturulan İslam ve Hinduizim karışımı bir din. Kutsal kitapları Büyük Sahip. Kast sistemini tanımıyor, tek tanrıya ve sonsuz yaşam çarkına inanıyor, çocuklarını din kurallarını anlayacak yaşa gelince vaftiz ediyor, ölülerini yakıyorlar. Sih erkeklerinin “beş kakkars” kuralına uymaları gerekiyor. Birinci kural “kesha” denilen saç-sakal kesmeme. Saçlarını başlarının tepesinde toplayıp siyah bir kumaşla bağlıyorlar üzerine de renkli sarıklarını sarıyorlar. İkinci kural “Kangha” yani tahta veya fildişinden bir tarağı yanlarında bulundurma kuralı. Üçüncüsü alçakgönüllülüğü simgeleyen şortla dolaşmak. Bu kural değişime uğramış durumda. Yalnızca Altın Tapınağın suyuna girerken giyiyorlar. Dördüncü kural sağ bileğe taktıkları çelik bilezik ve beşinci kural da bellerinde taşıdıkları ve güç ve saygının ifadesi kamalar. Ve 16. yüzyıldan beri bütün Sihlerin soyadları Singh yani Aslan.
 
Havuzu çevreleyen küçük odalarda dua edenler, dağıtılan yemeklerden yiyen binlerce insan, kenara kıvrılıp uyuyanlar arasında yürürken yükselen davul sesleriyle birlikte ortalık bir anda hareketlendi. Her sabah pembe örtülere sarılan kutsal kitap Akal Taht’tan taşınıp Hari Mandir’e getiriliyor, gün boyunca dualar okunuyor, gece davullar ve dualar ve ilahiler eşliğinde Akal Taht’a geri götürülüyor. Sih meclisinin bulunduğu Akal Taht’tan Hari Mandir’e havuzun içine uzayan bir köprü ile ulaşılıyor. Kalabalığın arasında adım adım içeri giriyorum. Duvar diplerinde oturanlar, yürüyenler, yükselen ilahiler, suya düşen altın parıltıları, olağanüstü mistik bir ortam. Hergün bu sahnelerin yaşandığını düşünmek ve bu havayı solumak insanı dertsiz tasasız işsiz güçsüz bırakır. Bütün bir geceyi tapınakta geçirmek de son derece çekiciydi ama daha öğlen sınırı geçmiş ve kente yeni gelmiştik. Yorgunluk ağır basınca Mrs. Bandari’nin güzel odasında buldum kendimi. Yasemin kokuları ve tapınakta saçlarımın arasında kalan tütsü kokuları çoktan göz kapaklarımı aşağı çekmeye yetmişti.
 
Gün ışıyınca Altın Tapınağın gündüz halini görmek için yine oradaydım. Geceki güzelliği yaşamayan için çok etkili olabilirdi ama aklım fikrim gecedeydi. Sokakları, çarşıları göre göre, yemek satıcılarının önünde yemekleri tada tada dolaşıp içinde Jallianwala Bagh’a geldim.
 
Jallianwala Bagh
 
Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi verdiği 1919 yılında İngilizlere, şüphelendikleri her Hintliyi sorgusuz sualsiz cezalandırma yetkisi veren yasaya karşı 6 Nisan günü “hartal Günü” ilan edilmiş. Herkesi matemle ve ibadetle protesto etmeye çağıran Mahatma Gandhi milyonlarca Hindistanlının sessizce büyük ve şiddetsiz bir direniş uygulayarak barışa ulaşmasını diliyormuş. Hartal Günü Hindistan’da tüm iş yerleri her şey ama her şey durmuş. Hindular, Müslümanlar, Budistler her dinden , mezhepten insanlar dualar ederek barış için birleşmişler. Bu direniş üzerine baskılarını daha da artıran İngilizleri protesto etmek için tam bir hafta sonra Jallianwala Bagh’da 20 bin kişi toplanmış. Barışçı göstericileri dağıtmak için İngilizlerin açtığı ateş sonucu binlerce insan ölmüş. Onların anısına dikilen anıtın karşısında otururken Hintli bir aile oturdu yanıma. Sarı saçlarımla, üzerimdeki sariyi birbiriyle ilişkilendiremeyen ailenin küçük kızı bir eliyle saçlarımdan bir tutamı tutarken diğer elini de avcuma bırakıvermişti. Önce ne diyeceğimi bilememiş sonra ben ona Türkçe bir şarkı okumuştum o da bana kendi dilinde bir başka şarkı. Hangimiz önce başlamıştık şarkıya bilmiyorum önemli olan ikimizin de o anda aynı şeyleri hissetmiş olmamızdı. Şarkılar bitince savurduğumuz kahkahalarımız hâlâ kulaklarımda, kızın kınalı eli gözümün önünde. Bir şey daha var hiç unutmayacağım. Mrs. Bandari’nin bahçesinde yasemin kokuları arasında sallanan iki salıncak uçan iki ateş böceği.
 
Jalianwala Bağı
Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin sürdüğü 1919 yılında Amritsar’da çok önemli bir kitle katliamı meydana gelmişti. Barışçı bir protesto gösterisi için Jalianwala Bağı denilen yerde Pencaplılar toplanmıştı. Bütün toplantıları yasaklamış olan İngiliz Hükümeti, bu toplantıyı da dağıtma kararı almıştı. Ancak toplanılan yerin üç tarafı da yüksek duvarlarla çevriliydi ve İngiliz Askerleri dağılınacak tek girişi de kapatmıştı. Askerlerin komutanı fazla vakit geçirmeden halkın üzerine ateş açtı. Yaşanan katliamdan kurtulmak için birçokları orada bulunan kuyuya atladı. İngilizlerin 700 mermi atarak 1200 kişiyi öldürdükleri söylenir.

Bu katliam, büyük tepki yarattı. İngilizlere karşı mücadele eden Gandi’nin elini güçlendirdi. Ünlü şair Tagore bile İngiliz kralına mektup göndererek katliamı protesto etti.

Jalianwala Bağı, Altın Tapınak’ın hemen yanında, olduğu gibi korunmuş. Buradaki küçük müzede katliamı yaşayanların birinci elden anlattıkları olaylar ve büyükçe bir tabloda katliam gösterilmiş. Birçok kişinin kendini attığı kuyu, hala Bağın içinde. O dönemden beri aynen korunmuş olan bir kaç duvar üzerinde İngilizlerin kurşunları halen duvarlara saplanmış olarak duruyor.
 
Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, CUMHURİYET GEZİ dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.

 



 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.