Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Türkiye'den / Tarih Kokulu Yaşamlar






Tarih Kokulu Yaşamlar
Halet Çambel-Nail V.Çakırhan
 Yazı ve Fotoğraflar: Yelda Baler’90
 
Onları tanıdığım için hayatımın “onurlar” listesine bir çentik daha atıldı. Arkeoloji alanında Türkiye’nin ve dünyanın en önemli isimlerinden biri Prof. Dr. Halet Çambel ile gazeteciliğin ve şair’liğinin yanında, mimar olmadığı halde Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi Nail V. Çakırhan çiftinin Arnavutköy kıyısındaki yalılarında, konuk olmanın gurunu yaşıyorum günlerdir. Onlarsa, 55 yıldır hayatlarını geçirdikleri yalıyı Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlamanın verdiği heyecanı ve mutluluğu...
 
Babası Hasan Cemil Çambel Türk Tarih Kurumu’nun başına geldiğinde Atatürk’ün direktifiyle, T.T.K. adına başlattığı arkeolojik kazılar sırasında Dr. Kurt Bittel’le tanışan Halet Çambel, 1935 yılında Boğazköy kazısında staja başlar. Bundan dört yıl sonra Dr. Emilie Haspels başkanlığında, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde bulunan Phrygia uygarlığının yaşandığı, Yazılıkaya kazısına katılır. İkinci Dünya Savaşı yüzünden Fransa’ya dönemeyip İstanbul’da kalan Çambel, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümünde asistanlığa başlar. 1946 yılında,  büyük yankı uyandıracak Karatepe çalışmasına kadar Anadolu’da Prof. Dr. Bossert’le birlikte Hitit Uygarlığına ilişkin araştırma gezileri yapar. Karatepe’nin keşfinden sonra başlayan kazı çalışmaları, bugün bile devam eden uzun bir yolculuğun başlangıcıdır aslında. Karatepe-Aslantaş kalesi M.Ö. 8.yy’da Adana Ovası Hükümdarı Asativatas tarafından kurulmuş, içerisinde av köşkü, binalar, depolar ve ahırlar bulunmakta. Kapıların iç duvarları, aslanlar, sfenksler, o döneme ait inanç ve yaşantıları anlatan kabartmalar, iki dilde yazılmış yazıtların bulunduğu levhalarla kaplı bir çok değerli arkeolojik bulgularla dolu. İki dildeki yazıtlarda okunması mümkün olmayan hiyeroglifler uzun çalışmalar sonucu, okunabilir fenike yazıtları yardımıyla çözülmüştür.
 
Karatepe kazı alanının ve buluntuların korunması çalışmaları Y.Mimar Turgut Cansever ve Nail Çakırhan tarafından 1957-60 yıllarında gerçekleştirilir ve  Karatepe Açık Hava Müzesi’ne dönüşür. Bu arada yurtdışındaki üniversitelerde de görev yapan Çambel, İstanbul Üniversitesinde Prehistorya Kürsüsünü kurar. Daha sonra gelen Prehistorya Laboratuvarı, Güney Doğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi, Keban ve Aşağı Fırat Projeleri ile yetiştirdiği öğrencileri onun ve Türkiye’nin gururu olurlar.
 
Halet Çambel ile sohbete başladığımızda derginin Mayıs sayısındaki “Harran” yazısını gösterdi. Yazıyı benim yazdığımı duyunca yüzündeki gülümsemeyi de, bendeki mutluluğu da anlatmam çok zor. Tahtlarda açık havada uyumanın güzelliğini, oradaki insanlarla nefes almanın bizlere kattıklarını konuştuktan sonra tam da beni ilgilendiren yönleriyle söyleşiye başladık.
 
Bütün bu kazılarınız sırasında yaşadıklarınızdan söz eder misiniz biraz. Kazı bölgesindeki halkın yaşantılarına karışıyordunuz mutlaka. Onların size yaklaşımları nasıldı, tepkileri nelerdi?
Kazı yaptığımız yere bağlıydı tabii ama genellikle hep birarada olurduk. Kazı ekibinde köyden çalışanlar da vardı. Elimizdeki malzemelerle halkın sağlık sorunlarına yardım etmeye çalışırdık. Oralarda kazalar çok olurdu. Ateşte yanan çocuklar, baltayla kendini yaralayanlar olur, biz de pansumanlarını, iğnelerini yapardık. Yılan iğnelerini yapardık örneğin. Yanımızda mutlaka panzehir bulunurdu. Ortaklaşa bir hayat sürüyorduk. Kazılar uzun sürdüğü için akraba gibi oluyorduk.
 
Ne süreyle kalıyordunuz kazı yerlerinde?
Genellikle mevsimsel kalırdık. Karatepe’de koruma çalışmaları sırasında inşaat başlayınca Nail hiç İstanbul’a dönmeden 4 yıl boyunca orada kaldı. Ama ben üniversitedeki görevimden dolayı kazı mevsiminde orada olurdum.
 
Sizlerden bir sürü şey öğreniyorlardı. Yaptıklarınızla ve yaşantınızla onlarda farklı bir bakış açısı yaratmış mıydınız?
Aslında biz onlardan öğreniyorduk. Gerçek hayat oralarda. O dönemlerde şehirde yaşayan bizler ne biliyorduk ki. Hayatın zorluklarını, yoklukları onlarda görüyorduk. Karşılıklı hep yardımlaşarak ortaklaşa yaşıyorduk.
 
Onlara yardımcı olmakla o bölgenin gelişmesine de yardım ediyordunuz aslında.
Evet.
 
Kazılar sırasında devletin yaptığı destek miydi yoksa sizlerin kişisel çabaları mıydı?
Kişisel çabalardı tabii ki. Mesela Karatepe kazısını yaparken bölgede bitmemiş bir okul inşaatı vardı. O sırada aramızda Mualla Eyüboğlu vardı, Sebahattin Eyüboğlu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu ile birlikte. “Hadi” dediler, “gidelim müdürle konuşup okulu bitirelim”. Müdürden öğrenci ve çalışacak işçi istedik, biz onların yemeklerini temin ettik ve hep birlikte çalışıp okulu bitirdik.” Sonra “kağıt, kalem bizden öğrenciler sizden” dedik ve çocuklara çalışmalarımız bitince ders vermeye başladık. Hepimiz birşey anlatıyorduk.
 
Karatepe kazısı bir aslanbaşı bulmanızla mı başladı?
Biz değil, o yörenin çobanları Kadirli’nin doğusunda taştan yapılmış bir aslan heykeli olduğunu söylediler. Bu bir ipucu olabilirdi; “ya Roma ya da Hitit uygarlığına aittir” diye düşündük ve çalışmalara başladık. Hala çalışmaya devam ediyoruz.
 
Biraz önce Eyüboğullarından bahsettiniz. Türkiye’ye döndükten ve Nail Bey’le evlendikten sonra o dönemin ünlü yazarlarıyla da dost oldunuz. Yaşar Kemal, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Orhan  Veli ve Nazım Hikmet.
Nazım Hikmet Nail Bey’in arkadaşıydı. 40’lı senelerde İstanbul küçük yerdi ve ne kadar yazar çizer varsa hepsini tanırdık. Hayatımız çok hareketliydi. Hep bir arada olurduk. Çok güzel zamanlar geçirirdik.
 
Onların hayatınızdaki yerleri neydi?  Gittiğiniz yerlerde ortak çalışmalarınız var mıydı?
Sebahattin Eyüboğlu uzun süre bizimle birlikte Karatepe’de kaldı ve bütün gün boyunca çocuklara ders verdi. Sabahtan akşama kadar okul gibi derse girer çıkardı.
 
 
Telefonun çalmasıyla sohbetimize ara veriyoruz. Yan odadan konuşan  Halet Çambel’in sesi öylesine keyifli geliyor ki meraklanıyorum. Yanımıza döndüğünde bir süre Nail Bey’le konuşuyor sonra mutluluğunun sebebini anlatıyor.
Mehmet Özdoğan  eski bir öğrencim, çok iyi bir bilim adamı Prehistorya’cı olarak Türkiye’nin en iyi ismi. Dün National Academy of Science’a üye oldu. Dün haber aldık. Çok mutluyum. Çok gururluyum.
 
Tanıdığımız isimler var mı öğrencileriniz var mı?
Ufuk Esin, Güven Arsebük var örneğin.
 
Yaşamınızdaki en önemli şeylerden biri de 1936 olimpiyatlarına katılan ilk kadın sporculardan biri olmanızdı herhalde.
Onu başkaları söylüyor. O vakit biz bunun öneminin farkında bile değildik.
 
Şimdi düşündüğünüz zaman...
Herkes söylüyor. Demek ki önemliymiş. Bizim haberimiz yoktu. Atatürk demiş ki “olimpiyatlara kızlar da gitsin”. Biz de Türkiye’ye tatile gelmek üzereydik ki “Türkiye’ye gelmeyin Olimpiyatlara gidiyorsunuz” dediler. Atatürk kızların her branşta aktif olmasını istiyordu. Bizleri de Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde resmi geçitte görmüş. Bunun üstüne bizim de gitmemizi istemiş”.
 
Hem Türkiye’de hem de Fransa’da eskrim eğitimi almıştınız.
Hocamız vardı kolejde, Alexander Dadovski. Orada uzun senelerin spor hocasıydı. Kolejde kalabalık başladık eskrime ama sonra çoğu bırakınca beni Beşiktaş Kulubüne götürdü. Orada devam ettim. Sonra da Fransa’da devam ettim. Atatürk gitsinler deyince bizi önce Peşte’ye gönderdiler. Orada kızları bir aylık bir kampa aldılar. Sonra da olimpiyatlara gittik.
 
Döndükten sonra Atatürk’le bir araya geldiniz mi?
O zaman değil de daha evvel Atatürk’ü çok gördüm. Mesela burada Akıntı Burnuna küçük motoruyla gelirdi. Herkes, çocuklar, rum balıkçılar koşar el sallardık. Bizler “ya ya ya şa şa şa Gazi Paşa çok yaşa” diye, rum balıkçılar da “ya ya ya sa sa sa Gazi Pasa cok yasa” diye bağırırlardı.
 
Kolej günlerinizi anlatır mısınız?  Orada okumaktan memnun muydunuz? Öğrenciyken bu tür bir hayatı hayal ediyor muydunuz? Arkeolojiye merakınız var mıydı?
Arnavutköy Kız Kolejindeydik. Evvela çok iyi bir fizik hocamız vardı. Ben de fizike çok meraklıydım. Fizikçi, elektrikçi olabilirim diye düşünürken hocamız değişti yeni geleni sevmemiştim. Fizikten soğudum. Sanat tarihi hocamızı da çok severdim. Hem İngiliz Edebiyatı hem Sanat Tarihi dersleri verirdi. Haftasonları da İstanbul’un görülecek yerlerini gezdirir, müzelere götürdü. Ben de Arkeolojiye meraklandım iyice. Sonra da o bölümü seçtim. Tabii o zamanlar istediğiniz bölümü seçer ve sınavsız girebilirdiniz. Şimdiki gibi değildi. Şimdiki çocuklara yazık sucuk makinasından çıkar gibiler. Makineye veriyorlar çocukları, o da bir yerlere fırlatıyor. Çok kötü bir sistem.
 
Kolejden tanıyabileceğimiz arkadaşlarınız var mı?
Mina Urgan mesela.
 
Gelelim yalıya... Oturduğunuz bu yalıyı Boğaziçi Üniversitesine bağışladınız. Nereden doğdu bu fikir?
Karatepe kazısının kitabını Üniversitenin tarih bölümünde çalışan meslektaşım Aslı Özyar ile birlikte yazdık.  Aslı bir sene okuldan izin aldı. Hergün buraya geliyor birlikte çalışıyorduk. Dolayısıyla çok yakın arkadaş olduk. Nail Bey’le birlikte bu yalının bizden sonra ne olacağını düşünürdük hep. Kardeşim var ama yurt dışında yaşıyor. O ilgilenemez. Herhangi bir yere devretmemiz gerek diye düşünürken Boğaziçi Üniversitesine karar verdik. Biz dört kardeş de bu okuldan mezunuz. Üç kız Arnavutköy Kız Koleji’nden, erkek kardeşimiz de Robert Kolejden mezun oldu. En sağlam, bu işi en iyi götürecek kuruluş olarak Boğaziçi Üniversitesini gördük. Onlarla konuştuk. Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırma Enstitüsü yapılacak. Tabii öncelikle burası toparlanacak. 50 yıllık evraklar var. Onların düzenlenmesi ve arşivlenmesi yapılacak. İngilizce ve Almanca bilen kütüphaneci arıyoruz.
Sonra evin bakımı var. O da yapılacak. Nitekim geçen gün Scott House’a götürdüler. Müze yapmışlar. Eskilerin tüm kayıtları orda duruyor. Çok güzel arşivlemişler. Selçuk Esendal çok ilgili bu konuyla. Aynı zamanda Japon Kültürü uzmanı. Başarılı bir çalışma yapmış. Bizimki de onun gibi olacak diye düşünüyoruz.
 
Bütün yaşamınız bu evde mi geçmişti?
Hayır. Çocukluğumuz Almanya ve Avusturya’da geçti. Okul hayatımız burada başladı. Üniversiteyi yine yurtdışında Fransa’da okuduk. Türkiye’ye dönüp Nail’le evlendikten sonra bir süre için Vaniköy’de oturduk. Sonra kiracılar çıkınca buraya yerleştik.
 
Birazda kitaplarınızdan bahsedebilir miyiz?
Arazi çalışmaları nedeniyle kitap yazmaya pek vakit bulamamıştım. Yalnız kazılar değil başka projeler de yapıyorduk. Mesela Kapadokya’daki Milli Parkın sınırlarının çizilmesi gerekiyordu. Yapacak kimse bulamayınca bunu kürsü olarak biz yapıyorduk ya da Adana’nın sivil mimarisi, Mersin-Anamur sahil yolundaki eski eser tespiti gibi projeler de yapıyorduk. Kazılar, projeler, üniversite dersleri, bunların hepsi öyle vakit alıyordu ki, oturup kitap yazamıyordum. O nedenle yayınlara şimdi ağırlık verdim. Büyük bir kitap çıktı; “Karatepe’nin yazıtları” ikinci kitap hazırlanıyor. Daha yazacaklarım çok.
 
Eşiniz Nail V. Çakırhan’da Karatepe’de yaptığı çalışmalarla mimar olmadığı halde Ağa Han Mimarlık Ödülünü almış.
Nail aslında şair ve gazeteci. Karatepe’nin açık hava müzesine dönüştürülmesi sırasında eserlerin korunması için yapılan çalışmalarda Nail bize yardımcı oluyordu. O sırada hastalanınca doktor sakin, kırsal bir yere gitmesini önerdi,  O da kendi memleketi Muğla’nın Ula ilçesine gitti. Orada annesinin evini onardı ve geleneksel mimariye merak sardı. Birçok ev yaptı sonra ve Ağa Han ödülünü aldı.
 
Siz de Karatepe’deki kazılarınızla Hititlerin son kentini ortaya çıkarmış oldunuz ve Hollanda Hükümeti  “Türkiye’deki kültür mirasının korunmasındaki katkıları”nızdan dolayı  “2004 Hollanda Prens Claus Ödülü”nü size verdi. Daha önceleri Hollanda’yla bir bağlantınız var mıydı?
Bu ödülün verileceğinden haberim olmadı. Prens Claus adına kurulan vakıf her yıl araştırıp birilerini buluyor. Beni kim önerdi onu da bilmiyorum. Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosluğunda bir tören yapıldı ve ödülü verdiler. Tören sırasında sefir, konsolos ve bizden de Yaşar Kemal konuştu. Geçen yıl da Hollanda’da Twingen Üniversitesinden şeref doktorası verdiler. Ama benim için en büyük ödül Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde yapılan bir okula valilik tarafından benim adımın verilmesi oldu. Bu en gurur duyduğum ödülüm.
 
Söyleşinin sonunda Halet Çambel’i gülümseten bir raslantıyı farkediyorum. Yazılıkaya’da geçirdiğim zamanı, çektiğim fotoğrafları ve oranın bekçisi Veysel’i anlatırken ilk kazı çalışmalarını yaptığı bu alanın, kazı başkanı olan Dr. Emilly Haspels’in Hollandalı olduğunu söylüyor, Çambel. Hollandalı bir profesörün yanında başladığı kazı çalışmalarına,  tam 65 yıl sonra bütün çalışmaları sebebiyle yine  Hollanda Hükümeti tarafından ödüllendirilmesi ilginç değil mi? 
 
 
Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, Bümed dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz. 
 
 


 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.