Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Türkiye'den / Zamana Direnen GAZİANTEP



 

 

 

Zamana Direnen

GAZİANTEP

 

Yazı ve Fotoğraflar : Yelda Baler

 

Doğu ile Batı'nın geleneklerini, renklerini, kokusunu harman etmiş bir kent Gaziantep. Dar sokaklarda eski evler, kahvehaneler, hanlar… Çarşısında sedefçiler, semerciler, bakırcılar … Yok olmamak için uğraşıveren yemenici ve kutnucular… Sokaklara yayılan baharat ve kahve kokuları…

 

 

Gaziantep’in üzerinde alçalırken insan eliyle biçimlendirilmiş topraklara bakıyorum. Sınırını ağaçların çizdiği tarlalar iyiden iyiye sonbaharın renkleriyle donanmış. Sarı, kahve, kırmızı yapraklı ağaçlar, ıslaklığı yüzünden parıldayan toprağı çevreleyen kontür gibi duruyor. Kilometrelerce büyüklükte yamalı bohça serilmiş gibi aşağısı. Aynı renklilik kentin içlerine doğru yol aldıkça dikkati çekiyor. 

 

Doğu ile Batı'nın geleneklerini, renklerini, kokusunu harman etmiş bir kenttir, Gaziantep. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en büyük, Türkiye’nin ise 6. büyük kenti... Anadolu’daki ilk yerleşim bölgelerinden biri... 6000 yıllık geçmişinde toprakları üzerinde çeşitli uygarlıkları barındırmış, tarihin her döneminde ticaretin ve kültürlerin geçiş yeri olmuştur. Hızla gelişen sanayisi ile Doğu ve Güneydoğu’nun hatta Orta Doğu’nun ticaret merkezi haline gelmiş bir kentimizdir.

 

Bir çok kültüre kucak açmış Gaziantep.  Taş devrinden Hitit’lere, Asur’lardan Bizans’a, Selçuklulardan Osmanlılara kadar çeşitli kültürlerin kalıntıları bölgeye yayılmış. Açık hava heykel müzesi durumunda olan Yesemek köyü, Hitit heykel atölyesinden kalan heykelleri barındırıyor. Antakya’dan Çine uzanan ipek yolunun üzerinde yer olan Zeugma, bugün Fırat'ın yükselen suları altında kalsa da,  yüzyıllardır barındırdığı mozaikleri Gaziantep Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte. Birecik Ovasının kuzeyinde kalan ve Türk-İslam döneminde yapılan birçok eserin kalıntısının bulunduğu Rumkale, 11.yy da Antakya'da kapatılan Ermeni Patrikliğine evsahipliği yapmış. Patriklik Mertebesine ulaşan son patrik olan Aziz Nerses'in burada olduğuna inanılan mezarı yüzyıllardır Ermeniler, Süryaniler, Yezidiler ve Türkler tarafından ziyaret ediliyor. Karşı kıyıda sulara gömülen Halfeti'de gözyaşları  Fırat'a karışıyor. Kentin çevresini dolanmayı bir başka yazıya bırakıp, içerilere doğru uzanalım…

 

Kale arkasındaki eski Gaziantep'in daracık sokaklarında dolaşırken, dükkanların, hanların arasında sıkışıp kalan evler görürsünüz. Avlularında basma elbiseli kızlar, kıpkırmızı biberleri ayıklarlar dururlar kurutmak için. Sokak aralarında rengarenk topaçlar döndürülür çoçukların minicik ellerinden. Evleri, hanları bitirip o güzelim Gaziantep Çarşısına girdiniz mi bir başka renk cümbüşünde kaybolur gidersiniz. Renklere tutkun biriyseniz kimseler koparamaz oradan sizi. Kırmızının, sarının, yeşilin her tonu her yerde. Geleneksel Antep evlerinin renkli kapıları, üzerine resimler yapılmış duvarları, yaşama alanına dönüşmüş çiçek bahçesi avluları, salkım salkım fıstıkları… Alev almış baharatları, sapsarı baklava börekleri, mavi mor kırmızı kutnuları ve kan kırmızı yemenileri ve desen desen halıları…

 

Baharatçılar çarşısında ipe dizili kurutulmuş patlıcan ve biberler görürsünüz.  Çuvallar içinde iştah kabartan görüntüsüyle kırmızı biberlerin, sarı safranların, yeşil kekiklerin kokusu başınızı döndürür. Baharatçıları geçip bakırcılara geldiniz mi bu kez metalin parlaklığı alır gözünüzü. Kalaylı, kalaysız bakırlar işlenir yaşlı ama usta ellerde. Dükkanların vitrinlerini süsler kaplar, kacaklar, fenerler,  semaverler. Bir evin süsü olup sedef kutuların yanında yerlerini almayı beklerler. Kırmızı, sarı, mavi kutnu dokumalarına dokunup geçmeli yanlarından sarıp sarmalasınlar diye sıcak renkleriyle bizi. Bakırcıların sokağına gelince dükkan önlerine taşmış bakır eşyalara takılırsınız bu kez. Taslar, tabaklar, demlikler, semaverler neyi görmek isterseniz onu bulursunuz.

 

Ya yemeniler?…

İpe dizilmiş salkım salkım yemeniler kurumuş biberleri kıskandırırcasına asılırlar vitrinlere. Yıllar önce bu kente geldiğimde yemeni adını duyduğumda renk renk, desen desen, kenarı oyalı yemenileri bulacağımı düşünürken, tabanı manda yüzü keçi derisinden yapılan bir çeşit ayakkabı ile karşılaşınca şaşırmıştım. Gaziantep yalnızca iki yemeni dükkanı var. Çarşının içerisinde yanyana konumlanmış iki dükkanda,  Yemenici Recep Dinçerler ve Hayri Çakıroğlu yıllarca dükkanları gibi omuz omuza vermiş ve  yemeniciliğin hayatta kalması için çalışmışlar. Günün ağarmasıyla birlikte açtıkları kapıların ardında her gün onlarca yemeni yapmışlar. Yemenici Hayri Usta'nın yerini oğlu Orhan Çakıroğlu almış. Yemeniciliği babasının bıraktığı yerden çok ilerilere taşıyan Orhan Bey ne zaman giderseniz gidin "hoşgeldiniz dükkanımıza, Gaziantep"imize", diye karşılar sizi. Dört nesildir sürdürüyorlar bu mesleği. Başka işlerle uğraşırken bakmışlar ki dede mesleği yok olup gidiyor, sahip çıkmışlar. "30 yaşından sonra yüklendim herşeyi "diyor, Orhan Bey, "Şimdi hep birlikte çalışıp üretiyoruz. Yıllarca derinin doğal rengi kullanılmış, sonraları  siyah ve kırmızı renklerde de üretilmiş. Gaziantep’in renkli dünyasına ayak uyduran yemeniler de son zamanlarda Oğul Çakıroğlu’nun elinde yeşermiş, sararmış, morarmış. Turuncu, kahverengi, safran sarısı, tütün yeşili renklerde yapılan yeni yemeniler her görenin aklını çelecek kadar güzel. İslam kültürünün bir parçası olan yemeni 600 yıldır bu bölgede varlığını sürdürmekte. Her yöreye göre değişik modelleri ve isimleri de olan bu rengarenk çarıklar Kilis, Kahramanmaraş, Elazığ'da da yapılıyormuş. Ne yazık ki oradakilerin kaderi de Gaziantep'tekilerden pek farklı değil.

 

 

Koca avlulu hanların üst katlarında, sokak aralarında küçük atölyelere rastlarsınız. Uğraş verdikleri el sanatlarına gönülden bağlı usta ve çırakları tanırsınız. Geçmişten günümüze ata mirası kalmış olan sedefçilik de böyle atölyelerde varlığını sürdürür. Eski zamanlarda genellikle aynalar, dolaplar, çekmeceler, sandıklar sedefle işlenirdi. Bazen tüm yüzey kaplanır, bazen su gibi bir kenarından akardı. Türk-Osmanlı sanatında sedef en yaygın ve en gelişmiş şekliyle yer almaktaydı.

 

Renkleri gökkuşağını andıran sedef denizlerde bulunan bir çeşit yumuşakçanın kabuğunda bulunur. Ceviz, abanoz, maundan yapılmış ahşap eşyaların üzerine çizilen motiflerin içleri küçük keski aletleriyle oyularak boşaltılır. Belirlenen yuvaların kenar kısımlarına gümüş ya da metal teller geçirilir, böylece desenin sınırı belirlenmiş olur. Desenlerle aynı biçimlerde kesilen sedefler tornada düzeltilir. Daha sonra motiflere yerleştirilen sedeflerin üzeri ahşapla birlikte törpülenir ve hepsinin aynı yükseklikte olması sağlanır. Süslemesi biten eşyalar bir de cilalandı mı ahşaptaki parıltı iki katına çıkar. Sedef parçacıklar ahşap üzerinde oyulmuş boşluklara yerleştirilirse elde edilen bezemeye "sedef kakma", ahşaba doğrudan yapıştırılırsa buna da "sedef kaplama" denmekte.

 

Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Gaziantep de zamana yenilmemek için direniyor. Yenilenen konaklar, sahip çıkılmaya çalışılan el sanatları, eriyip giden geleneklerin,  sular altında kalan Halfeti’nin,   Zeugma’nın acısını ne kadar dindirir ki… Yine de yeni yok oluşları önlemek için atılan küçük adımları, birkaç ilmeği hangimiz görmezden gelebiliriz ki…

 

  

Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, BÜMED dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir. Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.



 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.