Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Türkiye'den/ İçimizde Çingene Ruhlar



İçimizde Çingene ruhlar...

 

Yazı ve fotoğraflar:  YELDA BALER

 

 

 

Meydanda yanan ateş etrafa yaydığı ısı yüzünden bizi yanına yaklaştırmıyor ama yaşları 13 ile 17 arasındaki Çingene kızları kollar havada bir o yana bir bu yana 9-8lik ritimlerle kahkahalar savuruyorlar.

 

Biri “sekseeeen, doksaaaan, atasan bi göbecik aaadii” diye bağırıyor, diğeri tiz bir sesle “aaadi be kıııız” diye önünde sıralı duran onlarca fotoğraf makinesinin üstüne üstüne gidiyor, sonra bir hareketle geri giderken bütün fotoğrafçıları da peşinde sürüklüyor, çeri başının davul sesi, zurnacının zurna sesiyle her an biraz daha coşuyor. Kızların cazibesini kıskanan erkek çocuklarının kiminin başında peruk, itişip kakışıyorlar.

 

Bir ses yükseliyor “aadii ordan pis Çingene ben asil Roman’ım”. Bir başka ses “ben Sibel Can’ım, Sibel Can’ım”, bir diğeri “bir TL ver, eeepp beni çek”. Arada başka sesler yükseliyor “maşacıyım maşacı, ah kakozluk pek acı!”. Komik olan bunu söyleyenlerin 13lük kızların olması.

 

Şenlik ki ne şenlik. Bu yıl da hep yaptığımız gibi tüm hazırlıklarımızı yapıp, hem arabamızı, hem kendimizi, hem ruhumuzu süsleyip Edirne’de Tunca Nehri’nin kıyısında yerimizi alıyoruz.  5 Mayıs günü akşam üzeri Sarayiçi mevkiini dolduran Çingeneler arasına vardığımızda hepimizin üstünde allı pullu kıyafetler, elimizden geldiğince onların arasında renksiz ve ruhsuz kalmamaya uğraşıyoruz. Kimimiz onlara ayak uydurmaya çalışırken, kimimiz iki çift laf etmenin yolunu arıyor, kimimiz de hem anı yaşama hem fotoğraf çekme telaşıyla kızların etrafında dolaşıyoruz.

 

Koca ateşin alevlerinin hafiflemesiyle ateşin üstünden atlamak için hazırlıklar yapılıyor, en yükseğe sıçramak, korların sıcağından etkilenmemek için düzenekler kuruluyor. Sonra koşup koşup cesaret bulamayanların yanından aslanlar gibi bir delikanlı iki sıçramada havayı adımlaya adımlaya önümüze düşüveriyor. Derken biri daha biri daha… Hava kararırken artık tüm derdimiz gül ağacı bulmak. Kemanlar, zurnalar ve 9-8 ritim eşliğinde yemek yediğimiz yerde bulduğumuz gül ağacının önünde sıralanıp kahkahadan kırılarak dileklerimizi resmetmemiz, yazılar yazmamız ve kırmızı kurdeleler bağlamamız da bir başka şenlik. Bu konuda geçen yılki dileklerinden bazıları gerçekleşmiş biri olarak önderlik yapmak da bana kalıyor. Sonrasında oturup beklemek gerekiyor hatta ertesi sabah yaptığımız şekillerin bozulup bozulmadığına bakmak. Çünkü Hızır ile İlyas buralardan geçerlerken etekleri geçtikleri yerlere değecek ve yaptığımız şekiller bozulacak. Asıl şenliğin sabah gün doğumunda olacağını ise yalnızca üç kişi biliyoruz.

 

Bahar geldi hoş geldi

Eskiden, çok eskiden 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan yaz günlerine Hızır Günleri, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan kış günlerine de Kasım Günleri denirmiş. Bu yüzden 6 Mayıs günü kışın bittiği ve yaz günlerinin başladığı kabul edilir ve bayram yapılırmış.

 

Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkındaki söylentilerden biri Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; diğeri İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarından biri olduğun söyler. Söylenceler ne kadar çok olursa olsun Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancının tek bir kültüre ait olduğunu söylemek mümkün değildir. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan, Doğu Akdeniz ülkelerinde baharın gelişiyle birlikte tanrılar adına törenler düzenlenirdi.

 

Hıdrellez, İslami inanışın içinde baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk, bereket ve sağlık dağıtan Hızır ile, denizlerde bereket dağıtıp yardıma giden İlyas, ab-ı hayat (hayat suyu) içerek ölümsüzlüğe ulaşırlar.  Hızır ile İlyas peygamberlerin buluşup görüştüğü gün olarak kabul edilir. 6 Mayıs sabahı Hızır Baba baharı kutsar, bastığı yerlerde güller açar, bülbüller öter. Ve tan vakti gönülden istenen niyetlerin o yıl içinde gerçek olacağına inanılır. Hıristiyan dünyasında Ortodoksların 23 Nisan’a kutladıkları Aya Yorgi, Katoliklerin 6 Mayıs’ta kutladıkları St. Georges günü aynı inancın devamıdır.

 

İster Çingene olsunlar, ister Roman, ister Yörük, ister Türkmen baharın gelişini Edirne’de İstanbul’da, Kırklareli’nde, Gelibolu’da, Balıkesir’de, Kaz Dağları’nda, Denizli’de, Erzurum’da, Van’da her yerde hep birlikte kutladık. İstanbul çevresinde “baht açma”, Denizli yöresinde “bahtiyar”, Balıkesir çevresinde “dağlara yüzük atma”, Trakya’da “niyet çıkarma” Yörük ve Türkmenler’de “mantıfar”, Erzurum’da “mani çekme” gibi isimler veriliyor.

 

Tunca Kıyısı

Sabahın kör karanlığında lobide buluştuğumuzda hepimiz birbirimizin kıyafetini inceliyor ve gülüşüyorduk. Renkli kıyafetler, takılar, fırfırlı etekler, erkeklerde kaytan bıyıklar, benler, bandanalar... En güzeli mor bir gelinlik. Evet Nurhayat’ın mora boyadığı gelinliğiyle çıktığımız şenliğe sabah börekçide başlıyoruz. Sabahın dördünde ruhları Çingene 27 kişi sokakta börekleri yedikten sonra akın akın Tunca Kıyısı’na giden kalabalığa ekleniyoruz. Beller kıvrıla kıvrıla yürüyen güruhun peşinde önde gelinlik giymiş iki kız arkada bizim mor gelinlikli güzelimiz gidiyoruz. Ne havanın ayazını hissediyoruz ne karanlığını.

 

Saten pijamaları tuvalet niyetine giyen kızlar, pembe mavi tuvaletler, çorapsız ayaklar, kıvrılan gerdanlar, sallanan kalçalar, davullar, zurnalar, ağaç dallarıyla süsledikleri at arabaları... Darbukanın içine doldurulan çamur rengi Tunca suyu, etrafa serpiliyor, gelinlik giyen kızlar eteklerini sürüye sürüye geldikleri kıyıda yüzlerini yıkayıp manken edasıyla fotoğrafçılara poz veriyorlar. Ellerinde kaplarla gelenler Tunca’dan aldıkları suları hem evlerine serpecekler hem gelemeyenlere verecekler ki hem gençleşsinler hem bereket gelsin. Kopardıkları yeşil dallarla, davul-zurna eşliğinde evlerinin yolunu tutan Çingeneler bir yılın bereketli geçmesini ve tüm kötülüklerden uzak olma dileklerini mırıldanıyorlar.

 

Bizim dileklerimiz mi? İster Şamanist duygular deyin ister batıl inanç aslında en ilkel ve en insani duygularla iyilik ve güzellik umut etmenin bir yolunu elbette biz de bulduk. Kimimiz Tunca’ya saldığı dileklerini Hindistan’a gönderdi kimimiz İlyas’a. Kimimiz gül ağacının dibinden Hızır Peygambere. Hepimiz biliyoruz “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş”

 

 

Çingene mi Roman mı?

Çingenelerin tarihine baktığımızda üç grupta toplandıklarını görüyoruz. Domlar Hindistan’dan 9. yüzyılda Ortadoğu’ya göç ettiler. Domari denilen bir dil kullanıyorlar ve çoğu Müslüman. Kıptiler’in de bu grupta olduğu düşünülüyor. Türkiye’de güneydoğuda küçük gruplar halinde yaşıyorlar. Lomlar (Poşa ya da Boşa olarak da bilinirler) Hindistan’dan Ermenistan’a göç ettiler. 1060’ta Selçuklular tarafından dağıtıldılar. Bugün Ortodoks Ermeni oldukları söyleniyor. Ağrı ve Van civarında yaşıyorlar. Ani’de Yezidi Lomların varlığından söz edilir. Romlar, 1000’de Hindistan’dan Anadolu ve Avrupa’ya göç ettiler. Çingenelere Roman denmesinin sebebi bu grup. Sulukule’deki Romanlar 1050 yılından beri burada yaşıyorlar. Trakya, İstanbul’un ve Van’ın bazı bölgelerinde Türk Romancası denilen bir Romancanın farklı bir versiyonu kullanılıyor.

 

İstanbul’da Ayvansaray’ın üst bölgesi Lonca Mahallesinde yaşayanlar Çingenelerle de kısa süre sohbetten sonra  “biz Müslüman çingeneyiz” diye mutlaka açıklama yaparlar.

 

Türkiye’deki Çingenelerin çoğunluğu, Kıpti, Poşa (ya da Boşa) Mırtip, Koçer, Arabacı, Sepetçi adlarıyla anılırlar. Tanımlar mesleklerden geliyor, Arabacılar, Kalaycılar, Sepetçiler, Çiçekçiler hala mesleklerini sürdürerek yaşıyorlar.  Eskiden mum yapan Hıristiyan Rum Çingenelerine “Yunan Çingeneleri” denirmiş. Avrupa Çingeneleri 1971 yılında Londra’da yapılan 1. Uluslararası Çingene Kongresi’nde kendileri için “Rom” kelimesini kullanacaklarını belirttiler. Türkiye’de de Roman sözcüğü böyle yerleşti.

 

Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, BÜMED dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir. Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.

 

 

                                

 

 



 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.