Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Türkiye'den / Macahel



        

Türkiye' nin Saklı Köşesi

Macahel                                                                                                                       

Yazı ve Fotoğraflar : Yelda Baler

 

Şanslıydım; Macahel’in üç halini de gördüm. Onu gizemli kılan sisini, damla damla bereketi yağmurunu ve mücevher güneşini... Geriye bir tek karlı hali kaldı.

Borçka’dan bindiğimiz aracımız Karçal Dağları’na doğru ilerlerken yanı başımızdan çağlayarak akan Çoruh Nehri’nin suları, içine kattığı toprağın rengini taşıyordu. Macahel’in dar ve taşlı topraklı yollarına döndüğümüzde hava yaz ortasında kış karanlığına bürünmüştü. Etrafımızı saran yeşillik koyulaştıkça yağmur beklentimiz iyiden iyiye artıyordu. Yol ormanlık bölgenin içlerine girdikçe daralıyor, karşıdan gelecek ikinci araca geçiş yeri bırakmıyordu. Borçka’nın Karagöl’üne yaklaştığımızda bulutların, en yoğun halleriyle vadiye doğru inişine tanık oluyorduk. Yaklaşık 200 yıl kadar önce bir tepenin heyelan sonucu Klaskur Deresi’ni tıkamasıyla oluşan gölün çevresinde yaşayan hayvanlar, üstelerine basan bulut birikintisiyle oyuna başlamış olmalılardı. Hoplaya zıplaya ilerlediğimiz yolda göz alabildiğine kızılağaç, kestane, kayın, meşe, ladin ve köknar ağaçlarından oluşan ormanları izlerken aracın teybinden gelen akordeon sesine mırıl mırıl eşlik etmeye başlamıştık ki birden bastıran yağmur neşemizi arttırmış, doğanın coşkusuna kendimizi kaptırmıştık. Bildiğimiz, bilmediğimiz şarkıları bağıra çağıra söylemeye çalışıyorduk. Karçal Dağları’nın eteklerine doğru inerken önümüze açılan vadiler, yeşillikler nefesimizi kesiyordu. İçinden geçtiğimiz Düzenli Köyü’nü gezmeyi sonraya bırakıp, Camili’ye eski muhtar Rıza Bursal’ın evine gidiyoruz. Ev halkıyla tanışırken önümüzdeki üç gün boyunca yaşayacağımız güzellikleri nerden bilecektim ki?..

Evin terasına geçip karşımda uzayıp giden vadiye bakarken Macahel’in yaban güzelliğinin, yeşilinin, doğasının, havasının taptığım Karadeniz güzelliklerinden farklı olduğunu düşündüm. Yemyeşil vadiye dağılan ahşap evler, küçük tarlalar, bizi hiç yalnız bırakmayacak derenin sesi, incecik yağmur, içimi ferahlatan havanın tazeliği, her şeyi beynime kazıyordum. Yalnız Karadeniz’in değil, Türkiye’nin saklı köşesi olmasının nimetini yaşıyor Macahel.

Macahel Vadisine düşen sabah güneşini göreceğimi umarak uyandım. Oysa odamı aydınlatan bembeyaz bulut denizinden başka bir şey değilmiş. Evin vadiye bakan terasından sisin içine adım atacak gibiyim. Görmediğim derenin şırıltısı, hayvanların çıngırak sesleri hayal gücümü çalıştırıyor. Sisin yerini alan yağmurun altında kah yürüyor kah minibüsle yolumuza devam ediyorduk. Arada derenin kıyısında duruyor; ağla balık tutan birini izliyor; tahta köprünün üzerinde derenin suyuna ruhumuzu katıyor; bir kayaya, bir ağaç köküne tutunup ağaçların ıslak yeşiline tırmanıyorduk. Efeler Köyü’nün kemerli girişinden ileride konuk olduğumuz bir evin arka yüzü yine sisli vadiye bakıyor. Rüzgar vadiyi kaplayan sis perdesini araladığında karşı tepelerden sızan incecik sular, serpiştirilmiş ahşap evler, dereler, ağaçlar görünüyordu. Kayalar Köyü’nde de yaz yağmuru evlerin etrafındaki hareketli yaşamı engelleyememiş, kimi terasını düzenliyor, kimi hayvanıyla uğraşıyor. Yürüyüşten sonra minübüsüyle bizi dolaştıran Kenan’ın ailesine konuk oluyoruz. Terasta hazırlanan masada tereyağın hasını, arıların ıhlamur çiçeklerinden yaptığı balı, peynirleri, sarmaları yedik. Ev halkı öylesine içten ve sıcak ki orayı hiç bırakıp gidesimiz gelmiyor. Akşamı Camili’deki kahvede karşılıyoruz. Eve dönerken en büyük merakımız akşam yemeği. Yerel tadları öylesine sevmiştik ki bir gece önceki yemeklerin tadı henüz damağımızdayken yenilerini hayal bile edemiyorduk. Yemek sonrası teras otururken yağmur durmuş yıldızlar tek tek gözükmeye başlamıştı. Aşağıdaki derenin şırıltısına mırıldanmalarla eşlik etmeye çalıştık. Derken bir kaç ateş böceği de ışıklarıyla bize katıldı. Herşey öylesine etkileyiciydi ki nefes alsam bozar mıyım diye düşünmeye başladım.

Şelale

Sonunda oldu; beni uyandıran güneşin yumuşacık sabah ışığıydı. Güneşe kavuşmanın heyecanı ile sabahın yedisinde dışarı fırladık. Yağmurun etkisiyle temizlenen doğa pırıl pırıl parlıyordu. Günün ilk işi Camili Köyü’nü gezmekti. UNESCO’nun koruması altına alınan Camili Türkiye’de Unesco tarafından ‘İnsan ve biyosfer rezervi projesi’ne alınan ilk bölge. Yani dünyadaki 482 siteden biri. Doğa güzelliğinin yanında Merkez Camii’de çok özel. 1860 yılında Macahelliler tarafından yapılan cami daha sonra yenilenmiş. 1958 yılında bugünkü haline getirilen caminin renkli ahşap işlemeleri gerçekten çok etkileyici. Minber ve vaaz kürsüsü orjinal camiden kalanlar. Köyün karşı tepelerine tırmanıp Camili’yi uzaktan izledikten sonra iki gündür yağmur yüzünden gidemediğimiz şelaleye doğru gidiyoruz. Maral Şelale’si Türkiye’deki en güzel şelalelerden biri. Zorlu bir yolu var. Yağmurda niye gelemediğimizi aşağı inerken çok iyi anladım. Vadinin içine oldukça dik inen yol yer yer kesiliyordu. Buralara tutturulan ve neredeyse tam dik konumdaki iki tahta merdivenden inmek ise herkesin göze aldığı bir şey olmadı, ama aşağı indiğimizde gördüğüm manzara her şeye değerdi. Gökyüzünde bir bulutun içinden akıyormuş gibi duran şelalenin suları vadinin dibinde yere vurduğunda uçuşan su tanecikleri şelalenin hemen dibinde oluşan küçük gölün üzerinde bir gökkuşağı oluşturuyordu. Derenin içinden karşıya geçip yakınına gitmek inanılmaz çekiciydi. Suyun akıntısına karşı koyup kayaların arasından karşı kıyıya ulaşmak ciddi uğraşı gerektiriyordu. Şelalenin yanına gittiğimde suya girmeden sırılsıklam kalmıştım. Ruhum yıkanıyordu. Geri dönüşte attığım adım, beni kolumdan çekenlerin hızına yetişemeyince derenin sularına düşüverdim. Elbiselerim ıslanmış çok mu, ruhum zaten ıpıslaktı...

Tekrar yukarı çıkıp kurumaya yüz tutunca Maral Köyü’ne gittik. Bir başka güzelliğin içine doğru çekiliyormuşuz meğer. Maral Camii’nin içine girdiğimde dilim tutuldu. Tahta oymaların inceliği, renkleri, caminin küçük ama etkileyici atmosferi karşısında sesimi çıkaramıyordum. Üst kata çıkan Zeynep’le Serap’ın bakışları rengarenk ahşap oymaların güzelliğini bütünlüyor, görüntüler beynimin içine, yüreğime kazınıyordu. Uğur Köy’ünün seyrek evleri arasından geçip akşamın karanlığından önce bastıran sisle birlikte Camili’nin kahvesine vardık. Kahve dediğime bakmayın büyük şehirlerde olsa, adına kafe denecek. İçerisinde kütüphanesi de var. Çok şükür ki doğallığını ve naifliğini korumayı başarmış. Kahvede kütüphane olması tesadüf ya da zorlama değil. Macahel’deki okur-yazar oranı % 90 dolayında. 60-65 yaş altındaki kadın ve erkeklerin tümü ilkokul mezunu. Tüm köylerde ilkokul binaları bulunmasına rağmen zamanla, artan göç nedeniyle öğrenci sayıları azalınca okullar kapanmış. Şimdi Camili’deki okul açık ve köylerden öğrenciler kar kış demeden buraya okula geliyorlar. Kahvede kulağımda kalan “cilveloy nanayda” nağmeleriyle eve dönerken yine cevizi bol yerel yemekleri hayal etmeye başlamıştık. Akşamın bir süprizi daha vardı; hava iyice açmış, gökteki yıldızlar ateş böceklerini çıldırmış gibiydi. Zifiri karanlıkta hangisi böcek hangisi yıldız karıştırır olmuştum, ama en güzeli elime konan ateş böceğiydi. Elim yerine yüreğime konduğunu nerden bilecekti?

Yok etmemek…

Karçal, dünyanın en özel köşelerinden biri olan Macahel Vadisi’ne bizden iyi sahip çıkıyor. Vadinin üç tarafını kaplayan koca kaya tepeleri yılın altı ayı tamamen karla kaplı. Dünyayla iletişimin kesildiği bu zaman dilimi belki de Macahel’i koruyan, modernleşmenin korkutucu gelişiminden uzak tutmaya yarıyor. Yolların genişletme çalışmaları bölgeye yarardan çok zarar getirmiş. Doğal alanın tahribinin yanında, toprak kaymalarına da sebep olmuş. Camili Havzası’nda bulunan zengin orman ekosisteminin bir bölümü koruma altına alınmasına karşın 90’lı yılların ortalarında oldukça büyük bir alanda traşlama kesim yapılmış. Yok edilen bu ormanlık bölge ekosisteme zarar verdiği gibi hayvancılığı da azaltmış. Doğanın zaten kendi kendini koruduğu bu alanın insanlar tarafından tahrip edilmemesi en büyük çabamız olmalı.

Düzenli bir köy

Son güne Düzenli Köyü’nü bırakmıştık. Köyün yolları, güneşe kendilerini gösteren dağ çilekleriyle doluydu. Çiçeklerin üzeri güneşlenen kelebeklerle doluydu. Hangi evin önünde dursak etrafımız sarılıyor, evde hazırda ne var ne yoksa getiriliyor ve birlikte yiyorduk. Ayranlar, kirazlar, fındıklar… Yanına iki gülümseme, bir sıcak kucaklaşma, birkaç çift söz ekleniyordu.

Macahel’den ayrılırken şanslıyım, diye düşündüm. Üç halini de görmüştüm; hem sisini, hem yağmurunu, hem de güneşini. Karını görmekse sonbahara kaldı…



GEZİ REHBERİ
COĞRAFYA


Karçal Dağları:
Artvin, Borçka ilçesinin doğusunda bulunan ve Kaçkar dağlarından sonra, bölgenin ikinci en yüksek dağ sırası. Büyük kısmını volkanik kayaların oluşturduğu Karçal Dağlar'ın yüksekliği 3428 m'yi bulmaktadır. Dağların yüksek kesimlerinde genellikle yazları serin ve yağışlı, kışları soğuk ve kar yağışı bol bir iklim hüküm sürer. Yılda 1800 mm'den fazla yağış alan bölgede ortalama %82 nem oranı vardır ki bu da Karçal Dağları'nın kuzey yamaçlarını Türkiye'nin en yağışlı ve en nemli alanlarından biri yapmaktadır.

Macahel:
Bilek ve beş parmak anlamına geliyor Macahel. Artvin’in Gürcistan sınırında yer alan bölgenin adı. Karçal Dağları’nın eteklerinde yer alan bölge beş vadiden oluştuğu için Macahel adını almış. Havzanın Türkçe ismi Camili. Bölgede sınırlar oluşmadan önce 18 köy bulunmaktayken sınırların çizilmesinden sonra 12 köy Gürcistan’da, 6 köy de Türkiye’de kalmış. Sınırlar çizilirken ne yazık ki kardeşlerin evlerinin tam orta yerinden geçmiş tel örgüler. Ağabey burada kalmış kardeş orda, anne burada kalmış gelin verdiği kızı orda… 1990’larda SSCB’nin yıkılması ve Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasından sonra akrabalar birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlar. Bölgede Camili, Kayalar, Efeler, Düzenli, Maral ve Uğur köyleri bulunuyor. Dünyanın en iyi üç arı ırkından birisi olarak kabul edilen saf Kafkas arısının, saf ırk olarak yaşadığı tek bölge Artvin'in Macahel bölgesi. TEMA Vakfı tarafından Avrupa Birliği kaynaklarıyla gerçekleştirilen arıcılık projesiyle neredeyse tüm bölge arıcılık ve balcılık yapmaya başlamış. Arıların topladığı ballar bal yaptığı çiçeğe göre adlandırılıyor; kestane balı koyu renk ve hafif acımsı, ıhlamur balı ise daha yumuşak.


 

Bu yazı ve fotoğraflar, Sırtçantam dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Sanatçının yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.

 



 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.